Işık evleri ile 'IŞIĞI' gördük

1990'lı yıllarda ilköğretim ve lise çağlarında olanlar iyi hatırlar. "Abilere gidiyor musun?" sorusu hepimize soruldu. Hiç inkar etmeyelim. Hepimiz ama arkadaş ısrarıyla ama ailemizin baskısıyla ama meraktan ama bedava halı saha maçı yapabilmek için ama Matematik'ten zayıf aldığımız için şimdi terör örgütü hücre evi gibi lanse edilen o evlere en az bir kere gitmiştik. Adının 'Işık Evleri' olduğunu bilmiyorduk. Doğal olarak bu soruyla yüzleştiğimizde verebilecek bir cevabımız yoktu ancak o evlerde gördüğüm bir şey vardı: O evlere ne kadar giderseniz gidin Fethullah Gülen'i sevebilmeniz için belli bir karaktere sahip olmanız gerekiyordu. Bu karakteri tarif etmek oldukça zor. 'Sessiz, sakin ve efendi olmanız gerekiyordu' diyebilirim ancak bu da meramımı anlatmaya yetmez. Sessiz, sakin, itaatkar, sorgulamayan, etliye sütlüye karışmayan ama size söyleneni sorgulamadan yapmaya meyilli olmalıydınız. Bu kadarı yeter miydi peki? Elbette değildi. Aynı zamanda derslerinizde başarılı olmalıydınız. Üniversite sınavını ya da yerine göre liselere giriş sınavını rahatlıkla kazanabilecek kadar yetenekli bir öğrenci değilseniz bu yapı içerisinde değerli olmanız söz konusu olamazdı. Bu kadarı yeterli miydi peki? Elbette değildi. Onlar yani ağabeyler ailenizi zaten ikna ederdi. Sizden beklenen üniversite ya da lise tercih formunu ağabeylere teslim edip onların doldurduğu formu yine onların şekillendirdiği hayatı yaşamak üzere ilgili kuruma bırakmanızdı. 

Bu sadece başlangıç. Saatlerce anlatabilirim. Ancak ben hiçbir zaman kabul edilen bir öğrenci olmadım. Birkaç sebebi vardı. Öncelikle uysal değildim ve sorguluyordum. İrademi teslim etmeye yanaşmadığım gibi ailemin bütün ısrarlarına rağmen farklı İslami yapılarla daha güçlü ilişkilere sahiptim. Hatta baya baya "Siyasal İslamcı" sayılırdım. Beyazıt meydanındaki eylemlerin müdavimiydim. İlk gençlik yıllarım cemaatin fetva ile açtırdığı başörtüsü için meydanlarla geçmişti ve ateşli bir işgal karşıtıydım. Afganistan ve Irak işgal edilirken ben Amerikan bayrağı yakan takımdaydım. O günlerde bu yapıda ne gördüysem sonradan bir şekilde doğrulandı. Daha o günlerde ailemin bütün ısrarına rağmen ücreti ödendiği halde dershanelerini terk ettim ve bir daha da ne kadar ısrar ederlerse etsinler bir ilişki kurmadım. Çok basit bir sebebi vardı: Afganistan işgal edilirken ABD yanlısı ve Taliban karşıtıydılar. Açıkça böyleydi. Irak işgal edilirken de aynı şekilde demokratik bazı saikler öne sürmek suretiyle işgale yandaş oldular. Neden böyle olduğunu dahi sormadım. Çünkü Müslüman ile kafir velev ki Müslümanın en kötüsü ve kafirin en adaletlisi oldukları halde karşı karşıya gelseler dahi kalbi kafirden yana olan insanlar benimle aynı olamazlardı. Ben de onlardan olamazdım. İyi bir üniversite kazandığım için uzun süre peşimi bırakmadılar. Çünkü bir şekilde bir devlet kurumuna yerleştirebilecekleri kalibreye sahip herkese ihtiyaçları vardı.

Bu arada unutmadan, beni de ilköğretim sonrası askeri liseye sokmak istediler. Lise sonrası harp okuluna da sokmak istediler. Ancak ne askeri lise sınavına girdim ne de harp okulunu tercih ettim. Uzak durmamın sebebi ise antimilitarizm ya da benzeri bir şey değildi. Bu cemaat o zamanlar şunu söylüyordu: Siz asker olmazsanız eğer sizin yerinize vatan ve millet düşmanları asker olacak. Buna razı mısınız? Aslında bunu söylerken anlatmaya çalıştıkları ise şuydu: Asker olacaksınız çünkü bizim vatanını veya milletini seven askere değil bizim emrimizle hareket eden askere ihtiyacımız var.

Fakat bir gün bile ikna olmadım. Bütün kitaplarını okuduğum, bütün vaazlarını dinlediğim ve bütün garip menkıbelerini dahi bildiğim Fethullah Gülen beni ikna edemedi. Eğer ikna olmadıysam bunda en büyük pay Allah rahmet etsin Erbakan Hoca'ya aittir. Sonrasında ise İslami kültürümü geliştirmemi sağlayan yüzlerce kitabın müellifidir. Bu sayede tehlikeyi gördüğümde tanıyabildim. Çünkü fıkhın insanın lehine ve aleyhine olanı ayırabilmesi demek olduğunu bana öğreten onlardı. Neyin lehime ve neyin aleyhime olduğunu bir Müslüman olarak onlardan öğrendim.

Keşke bu kadarla kalsaydı. Kalmadı. Keşke bir sınırda dursalardı. Durmadılar. 

2002 sonrası daha da başka bir şeye dönüştüler. Ne olmak istiyordunuz? Vergi müfettişi? Hakim? Polis? Asker? Savcı? Öğretmen? Dışişleri memuru? İstihbaratçı? Bürokrat? 

En kestirme yol Fethullah Gülen ile bir şekilde alakalı olmanız, burs vermeniz, himmetleri çoğaltmanız, okullar açmanız yahut daha da ötesine geçip cemaatin sadıkları arasına girmenizdi.

Bu cemaatle hiçbir ilgisi olmayan binlerce aile çocuklarını tam olarak bu kaygıya kapılarak cemaatin eline bıraktı.Yıllarca Abdurrahim Karakoç'un ifadesiyle makama arzuhal için gidip "Bey" deyip yutkunan adamların oğullarıydı ya da kızlarıydı hepsi. Çocukları kravat takabilsin ve bir masanın arkasında oturabilsin istiyorlardı. Nitekim çocukları bunların hepsi oldular. En son 2011 yılında bu cemaatten birisiyle görüştüğümde de anladım ki artık istediklerine ulaşmışlardı çünkü açık açık "Hocam siz de burs verenler listesinde olun. Sizin de illa devlete işiniz düşer. Bu listelerde olmak yakında çok daha önemli olacak" diyebiliyorlardı. Artık, "Abone ol", "Burs ver", "Sohbete gel" diyen yoktu. "Abone olursan, burs verirsen ve bizden olursan istediklerine erişebilirsin" havasındaydılar. Sık sık kullandıkları ifadeyle bu kibir "Gayretullaha dokunmuş" olmalı ki bu hale düştüler. Çocuklarını dünyevi kaygılarla bu cemaate teslim eden aileler ise ciddi bir hayal kırıklığı içerisindeler.

Çünkü çocuklarının artık geçmişi yoktu. Aileleri yoktu. Hedefleri yoktu. Vefaları yoktu.

Sadece sadakatleri vardı. Haklarını vermek gerekirse "Hocaefendi" dedikleri zata duydukları sadakatleri her şeyi yapabilmelerini mümkün kılıyordu.

Ancak suçlu onlar değil. Badem bıyıklarıyla devlet kurumlarında, askeriyede ve hafiye teşkilatında yer tutan ağabeyler bu işin en masumları.

Dersleri iyi olmayan çocuklara dinini dahi öğretmeye tenezzül etmeyen bu insanlara sırf evlatları devlet kademesinde kadro temin edebilsin diye her türlü yardım ve destekte bulunan aileler suçlular. Bu cemaate en çok ihtiyaç duydukları zamanda sonuna kadar itaat edecek fedakar insan kaynağını onlar temin ettiler.

1990'lı yılların başından beri devletin yöneten bütün hükümetler suçlular. Çünkü bu insanlar ne istedilerse verdiler. Bu insanlar ne talep ettilerse karşıladılar. Birçok cemaate mensup ya da hiçbir cemaate müntesip olmayan tertemiz gençler özel sektörde üç kuruş maaşla çalışırken devlet kadrolarına "Yetişmiş adam yok" yalanıyla bu cemaatin mensuplarını doldurdular. Siyasi öfkeyle sırf Saadet Partili oldukları için, MHP'li oldukları ya da CHP'li oldukları için kadroya alınmayan yahut AK Partili olan fakat cemaatçi olmadığı için taşeron şirketlere bile layık görülmeyen binlerce genç, el ele vererek bahsi geçen siyasilerin belirttiğim gerekçeyle devlet kadrolarına doldurduğu insanların kalkışmasını durdular. 

Belki dikkatinizi çekmedi. Belki görülmedi ama o gençlerin çoğu 28 Şubat mağduruydu. Cemaate teslim edilen yargı kurumları tarafından mahkum edilmişlerdi ve bu nedenle çoğunun özgürlüğüne tekrar kavuşması 2010 sonrasını buldu. O gençler çıktı sokağa. Halil Kantarcı çıktı. Üç çocuğunu yetim bıraktı. Ancak devlet kademelerinde anlı şanlı görevler verilen cemaatçiler darbeyi yapan taraftayken sizin yeni kadro verdiklerinizin de çoğu her şeyin nasıl sonuçlanacağını beklerken sağlarına ve sollarına bakıp "Kim var?" demeden ileri atıldılar.

Esnaflar suçlular. 2002 yılından beri hepsine uğradık. Kapı kapı gezdik ve genç yetiştirmenin öneminden bahsettik. Cemaatin ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştık. Ancak dinlemediler. "Kıskanıyorsunuz, çekemiyorsunuz" dediler. Büyük kısmı AK Partili idi. Şimdi her gördüklerinde bu konuyu açmaya mecbur hissediyorlar kendilerini. Konuşsak söylenecek çok şey var. Susuyoruz çünkü bu vatanı kadro karşılığı değil Müslümanların toprağı olduğu için sevmek kimsenin başına kakılabilecek bir iş değildir. Ancak o esnaflar, bugün vatan için sokağa dökülen gençlerin yetiştiği kurumlara 5 lira verirken cemaatin kurumlarına 500 lira infak ettiler. Bununla yetinmediler. Çocuklarını onların dershanelerine gönderdiler. 

Yani bu cemaat tarlaya ektiği ağaçlardan yetişen parayı kullanmadı. Yetim ve öksüz çocukları toplayıp kendisine Hasan Sabbah'ın fedaileri gibi gibi teşkilat da kurmadı. Bu gençleri de çok acayip sınav hırsızlıkları yapabildiği için devlet kurumlarına sokabilmiş değillerdi. Zaten bu yapıya mensup memurlar bu cemaatin referansı ile kurumlara girebildiği için bugün bu kadar kolay tasfiye edilebiliyor. Hepsinin dosyasında kimin referansı kullandığı da illa not edilmiştir. Çünkü çoğu kuruma sınav sonrası sözlü mülakatları da geçerek girdiler. Referansları Bakan yahut vekillerdi. Esnaflar para verdi, aileler çocuklarını teslim etti ve hükümetler de bu cemaatin mensuplarına çok değil üç sene öncesine kadar pozitif ayrımcılık uyguladı. Güzel hatırınız için torpil demeyelim fakat nepotizm gırla gitmedi mi?

Uzatmayacağım.

Kimse bu darbe girişiminin suçlusunu uzakta aramasın. Darbeyi biz, Irak ve Afganistan'da işgali destekleyecek kadar kalbi kafirden yana olanları "Müslüman çocuklar, efendi gençler" diyerek çağırdık. Darbeyi biz, Ergenekon ve Balyoz benzeri davalarda düşmanımıza karşı kinimiz bizi adaletten ayırdığında çağırdık. Darbeyi biz, Fethullah Gülen ne istediyse vererek ve Ankara'yı parsel parsel onlara teslim ederek çağırdık.

Darbeyi yapanlar suçlu, darbe yapanlar katil, darbe yapanlar hain, darbeyi yapanlar zalim.

Fakat biz de masum değiliz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YORUM YAZ